Değerli dostlarım, Türkiye’de verilen herhangi bir karar sonrasında, sayısal oranları neredeyse birbirine eşit güçte 3 tane ateşli grup oluşur: Destekçiler, muhalifler ve konuyu umursamayanlar. Bu Türkiye gerçeğini, Türkiye’de en az 2 yıl yaşamış olanlar çok net bilirler. Bizim gibi Türkiye’de doğup büyüyenler ise iliklerine kadar hissederler. Fakat geçtiğimiz günlerde bir şey oldu, bir karar verildi: Öyle bir karardı ki, oturup düşününce ne destekçi ne muhalif ne de konuyu umursamayanlara dahil olduğumu fark ettim.
Dostlarım, doğru tahmin ettiniz. Geçtiğimiz hafta verilen Ayasofya kararından bahsediyorum. Hani şu üzerine tartışma programları yaptığımız, saatlerce birbirimize girdiğimiz, belgelerle konuşuyorum diye başlayarak hızımızı alamayarak bu ülkenin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’e bile hakaret ettiğimiz Ayasofya kararı…
Yazıya başlarken konunun hiçbir tarafında olmadığımı, olamadığımı fark ettiğimi söylemiştim.
Avrupa’nın işlerine geldikleri zaman kullandığı “Osmanlı “, 1453’de şehri fethettikten sonra, yapı resmi olarak Osmanlı İmparatorluğuna geçmişti. Cumhuriyet sonrasında ise yapı ve yapının mülkiyeti Türkiye Cumhuriyeti’ne geçmişti. Yani sözün özünde kendi ülkemde kendi varlığımı, kendi mülkümü ne olarak kullanacağım konusunda kimseye hesap vermek zorunda değilim. Devletimin yasaları çerçevesinde dilersem müze, dilersem cami dilersem de otel olarak kullanabilirim.
Verilen sözlerin, tutulmasını istiyorum. Mesela Cumhurbaşkanımızın geçtiğimiz dönemde verdiği bir demecinden yola çıkıyorum: “Ayasofya’yı açmanın bir götürüsü var. Ayasofya’nın açılmasını isteyenler, yurt dışındaki camilerimizin başına ne gelir hiç düşünüyor mu? Ben bir siyasi lider olarak bu oyuna gelecek kadar istikametimi kaybetmedim.”
Benim bilmediğim ve yakın zamanda değişen bir güç dengesi mi var? Biz dünyaya hükmeden bir devlet mi olduk? Cumhurbaşkanımız bir siyasi oyuna gelecek kadar istikametini mi kaybetti?
Cevap basit. Ayasofya ne zaman gündeme gelse, bu ülkede hükümet eden partinin oy kaybı yaşamaya başladığı da gündeme gelir. Ben yapı olarak bu kadar kurgusal, bu kadar komplocu ya da tüm bunları konuşacak kadar boş bir adam değilim.
Peki kendimi hiçbir tarafa ait hissetmezken, neden size bu yazıyı yazıyorum. Onun da cevabı basit. Bu ülkeyi ve ekonomisini ne yazık ki hala önemsiyorum….
Gelin önemsediğim Türk ekonomisi bu meşhur Ayasofya kararından sonra nasıl şekillenecek bir göz atalım.
Dostlarım, Türkiye adı konulmamış bir ekonomik kriz eşliğinde katıldı covid-19 furyasına. Zaten zor olan ekonomik yapımız, bana sorarsanız bu Ayasofya kararı ile daha da zorlaştı. Mesela Ayasofya kararının açıklanma zamanı biraz manidardı. Borsa İstanbul kapandıktan, yani işlemlere son verdikten birkaç dakika sonra açıkladılar kararı. Zira başlarına ne geleceklerini az buçuk tahmin ettiler diye düşünüyorum. Araya hafta sonu girdi, yabancı yatırımcının olumlu veya olumsuz tepkisi biraz daha azalır diye düşünüyorlar gibime geliyor. Fakat yabancı yatırımcı, bir gördüğünü bir daha unutmaz. Bize benzemez. Hafta başında, siz bu yazıyı okurken gerekli tepkilerin geldiğini de göreceksiniz.
Öte yandan çok konuşulmayan bir karar daha paylaşayım: Bizim bir merkez bankamız var ya, işte o merkez bankasının başkan yardımcısı olabilmeniz için haliyle bir tecrübeye de sahip olmanız gerekiyor(du). Gözümüz aydın, bu tecrübe şartı artık ortadan kalktı. Resmî gazetede yayımlanan karar sonrası; herhangi bir üniversite mezunu, mesleki yeterliliği olmadan Merkez Başkanı başkan yardımcısı olarak atanabilecek. Yani dostlar, 4 senelik iktisat bölümü mezunu da olsanız, 4 senelik gıda mühendisi bile olsanız yarın sabah uyandığınızda Merkez Bankası Başkan Yardımcısı olarak atana bileceksiniz. Zaten ülkemizde olmayan liyakati, daha da kötü bir duruma getirdik. Bakın aklıma geldi, liyakat konusunda bir yazı yazmıştım. Ona da buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Biz Ayasofya’yı tartışırken, unutuyoruz: Bu ülkenin dış borcu gerçekten rekor üstüne rekor kırıyor. Anadolu Ajansından aktarıyorum: Türkiye’nin brüt dış borç stoku 431 milyar dolar oldu. Stokun milli gelire oranı yüzde 56,9 olarak hesaplandı. Yani bizim gelirimizin yarısından fazlası borcumuza gidecek. Kalan para ile de geçinmeye oradan da kalırsa yatırıma ve tasarrufa yöneleceğiz. Peki söylediğim gibi bir para kalır mı? İçinde bulunduğumuz bu pandemik ekonomik mevsime göre çok zor.
Daha bu Ayasofya kararına Avrupa Birliğinin ne diyeceği konusunda bir görüş yok. Umursar ya da umursamazsınız ama Türkiye üzerinde hala etkili bir güç olan AB’den gelecek açıklamalar da bizim ekonomimiz açısından önemli. Neden mi önemli? Çünkü bizim dış borcumuzun nerdeyse yarısından fazlası Avrupa Birliğine… Borç alan emir alır, biliyorsunuz.
Dostlar, sözün özünü birkaç cümle ile yazmak istiyorum.
Eskiden her türlü şenlikte, kumpanyada falanda filanda cambazlar gösteri yaparmış. Bu ortamlar, gösteriyi seyreden avanakların ceplerini boşaltmak için orada bulunan yankesicilerin doğal av ortamı haline gelmiş. Hatta avanaklar, eğer gösteriyi seyretmiyorsa, yanlarında durup, “baba cambaza bak be…Ulan nasıl yürüyor o ipte” diye gaz da veriyorlarmış…
Dostlar, cambaza bakarken; bir eliniz cüzdanınızda olsun, e mi?
Bu köşe yazım 13 Temmuz 2020 tarihinde Mersin İmece Gazetesi’nde yayınlanmıştır.
Yazıyı kaynağından okumak için tıklayabilirsiniz.
Yazıya yorum yaparak destek verebilir, bana ulaşmak için iletişim sekmesini kullanabilirsiniz.